Bakara Suresi 45 Ayet Tefsiri Meali ve Arapça Yazılışı

Yeni Haber Merkezi

Medine döneminde nazil olmuştur. 286 ayetiyle Kur’an-ı Kerim’in en uzun suresidir. İsmini 67-73 ayetlerindeki sureden almıştır. “bakara (sığır)” Surede İslam hukukunun temel konularına ilişkin pek çok hüküm yer almaktadır.

Bakara suresi 45. ayetin yazımı

Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphesiz bu, çok huşu duyanlardan başkasına zor gelir.

Bakara Suresi 45. Ayet Anlamı

Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Bunlar, Allah’a tevazu ile teslim olanlar dışında herkes için gerçekten zordur.

Bakara Suresi 45. Ayetinin Tefsiri

Ahlak ve tasavvufun temel kavramlarından biri olan sabır, “acıya, sıkıntıya katlanmak; Allah’a güvenerek ondan gelen belaya katlanmak; aklın ve dinin gerekli gördüğü şeyleri yapmaya veya uygun görmediği veya yasakladığı davranışlardan uzak durmaya kendini zorlamak; iyi bir hedefe ulaşmada direnmek” gibi anlamlarda kullanılır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredat, “sbr” makalesi). Gazâlî sabrı, “bencil arzu ve tutkulara karşı inanç kuvveti” şeklinde çok kapsamlı bir şekilde tanımlar. Küfür de bir inanç türünden kaynaklandığı için, kâfirlerde görülen sabrı bu anlamda değerlendirmek mümkündür.

Buna göre sabrın değeri, ardındaki inancın doğasına göre değişir. Gazali, bu erdemin tüm yaratılmış varlıklar arasında yalnızca insanlara verilmiş bir ayrıcalık olduğunu belirtir. Çünkü hayvanlar akıl gücüne sahip olmayıp yalnızca içgüdüleriyle hareket ederler ve melekler -zaten mükemmel varlıklar oldukları için- sabretmeyi gerektiren bir durumla karşılaşmazlar, sabır gösterme imkânına veya ihtiyacına sahip olmazlar (İhyâ, IV, 56).

Kur’an-ı Kerim’de sıkıntı ve darlık, rahatlık ve bolluk kadar hayatın bir gerçeği olarak gösterilmiştir (Bakara 2/155). Peygamber’e hitaben, “Azimlilerin sabrettiği gibi sen de sabret” (Ahkaf 46/35) denilmekte; Allah yolunda cihad eden müminlerin cesur, kararlı ve metanetli tavırları örnek gösterilerek (Bakara 2/249-250), sabrın çaresizlik göstermek ve zorluklara teslim olmak anlamına gelmediği; aksine Allah’ın lütfuna güvenerek zorlukları yenme iradesini göstermek olduğu vurgulanmaktadır.

Yukarıdaki ayetlerde Yahudiler ve özellikle dinî önderleri, eski anlayış ve hatalarını terk etmeye, Allah’a verdikleri sözü tutmaya, Hz. Muhammed’in mesajını tanımaya, Kur’an’a inanmaya ve dolayısıyla İslam’ı kabul etmeye davet edilmekte; hakka saygı gösterip onu bâtıl ile karıştırmamaya, namaz kılıp zekât vermeye ve başkalarına emrettikleri iyi işleri yapmaya davet edilmektedir. Fahreddin er-Razi’ye göre Yahudiler için, mal ve şereflerini tehlikeye atarak bile olsa eski inanç ve alışkanlıklarını terk edip, bu yeni inanç ve hayat düzenini, yani İslam’ı kabul edip uygulamaya koymak zor ve zahmetli olduğundan, ayette onlara sabrederek ve namazı kılarak bu zorluğu aşmaları öğütlenmektedir (III, 48-49). Hiç şüphesiz bu isabetli gözlem, her zaman ve aynı durumdaki her kişi veya topluluk için geçerlidir.

Çünkü insanlar dinlerini değiştirmek gibi çok önemli kararlar aldıklarında, bu dinin hakikatini sadece zihnen kavramaları yeterli değildir. Ayrıca, insanların eski yanlış inanç ve tutumlarını sürdürmelerinde birçok psikolojik ve dış baskı etkilidir. Kur’an, bu zorluğun üstesinden gelmek için sabır adı verilen psikolojik ve ahlaki iradeyle bahsedilen baskılara karşı koymayı ve ayrıca bu iradeyi dua ile pratikte desteklemeyi ve güçlendirmeyi tavsiye eder.

Namaz, Allah ile kulu arasındaki ilişkiyi fiilen ömür boyu ayakta tutan en canlı ve sürekli ibadet şekli olduğundan, bu ibadetin insanın imanını ve imanı doğrultusunda vereceği kararları güçlendireceği, davranışlarını dinî ve ahlâkî hükümler çerçevesinde geliştirmesine yardımcı olacağı ayette belirtilmektedir. Nitekim namazın bu etkisi, “Şüphesiz namaz, çirkinlikleri ve kötülükleri önler.” (Ankebut 29/45) ayetinde açıkça ifade edilmektedir.

Huşu terimi, “Allah’a gönülden saygı ve bağlılık göstermek, teslim olmak ve itaat etmek” anlamına gelir. Sabrın ve özellikle namazın yukarıdaki olumlu etkilerinden yararlanacak olanlar, yalnızca huşu ile Allah’a bağlı olan ve teslim olanlardır. 46. ayete göre, onların Allah’a karşı samimi bağlılık ve saygı göstermelerinin başlıca nedeni, Rablerine kavuşacaklarına ve sonunda mutlaka O’na döneceklerine dair kesin inançlarıdır. Ancak bu inanç sayesinde kişi, Rabbine kavuşmayı ve dolayısıyla ahirette kurtuluşu dünyadaki tüm nimetlerden daha önemli görür ve bu uğurda her türlü zorluğa razı olur.

Zira İslam inancında, Allah’a ve peygamberlere imanla birlikte, “usul-i selase” (üç esas) adı verilen en önemli inanç esasları arasında ahiret inancının da yer alması, bu inancın beyan edilen dinî ve ahlâkî fonksiyonundan kaynaklanmaktadır.

Kaynak: Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 117-118

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*