Bakara Suresi 46 Ayet Tefsiri Meali ve Arapça Yazılışı

Yeni Haber Merkezi

Medine döneminde nazil olmuştur. 286 ayetiyle Kur’an-ı Kerim’in en uzun suresidir. İsmini 67-73 ayetlerindeki sureden almıştır. “bakara (sığır)” Surede İslam hukukunun temel konularına ilişkin pek çok hüküm yer almaktadır.

Bakara Suresi 46. ayetinin yazımı

Rablerine kavuşacaklarına ve O’na döneceklerine inananlar.

Bakara Suresi 46. Ayet Anlamı

Onlar, Rablerine mutlaka kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini bilenlerdir.

Bakara Suresi 46. Ayet Yorumu

Ahlak ve tasavvufun temel kavramlarından biri olan sabır, “acıya, sıkıntıya katlanmak; Allah’a güvenerek ondan gelen belaya katlanmak; aklın ve dinin gerekli gördüğü şeyleri yapmaya veya uygun görmediği veya yasakladığı davranışlardan uzak durmaya kendini zorlamak; iyi bir hedefe ulaşmada direnmek” gibi anlamlarda kullanılır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredat, “sbr” makalesi). Gazâlî sabrı, “bencil arzu ve tutkulara karşı inanç kuvveti” şeklinde çok kapsamlı bir şekilde tanımlar. Küfür de bir inanç türünden kaynaklandığı için, kâfirlerde görülen sabrı bu anlamda değerlendirmek mümkündür.

Buna göre sabrın değeri, ardındaki inancın doğasına göre değişir. Gazali, bu erdemin tüm yaratılmış varlıklar arasında yalnızca insanlara verilmiş bir ayrıcalık olduğunu belirtir. Çünkü hayvanlar akıl gücüne sahip olmayıp yalnızca içgüdüleriyle hareket ederler ve melekler -zaten mükemmel varlıklar oldukları için- sabretmeyi gerektiren bir durumla karşılaşmazlar, sabır gösterme imkânına veya ihtiyacına sahip olmazlar (İhyâ, IV, 56).

Kur’an-ı Kerim’de sıkıntı ve darlık, rahatlık ve bolluk kadar hayatın bir gerçeği olarak gösterilmiştir (Bakara 2/155). Peygamber’e hitaben, “Azimlilerin sabrettiği gibi sen de sabret” (Ahkaf 46/35) denilmekte; Allah yolunda cihad eden müminlerin cesur, kararlı ve metanetli tavırları örnek gösterilerek (Bakara 2/249-250), sabrın çaresizlik göstermek ve zorluklara teslim olmak anlamına gelmediği; aksine Allah’ın lütfuna güvenerek zorlukları yenme iradesini göstermek olduğu vurgulanmaktadır.

Yukarıdaki ayetlerde Yahudiler ve özellikle din adamları eski anlayış ve hatalarından vazgeçmeye, Allah’a verdikleri sözü tutmaya, Hz. Muhammed’in peygamberliğini tanımaya, Kur’an’a inanmaya ve dolayısıyla İslam’ı kabul etmeye davet ediliyor; hakka saygı gösterip bâtılı karıştırmamaya, namazı kılıp zekâtı vermeye, başkalarına emrettikleri iyi işleri yapmaya davet ediliyordu.

Fahreddin Râzî’ye göre Yahudilerin eski inanç ve alışkanlıklarını terk edip, bu yeni inanç ve hayat tarzını, yani İslam’ı kabul edip uygulamaları, mal ve şereflerini tehlikeye atma pahasına bile olsa, zor ve zahmetli olduğundan, ayette onlara, sabırla ve namaz kılarak bu zorluğu aşmaları tavsiye edilmiştir (III, 48-49). Hiç şüphesiz bu isabetli gözlem, her zaman ve aynı durumdaki her kişi veya topluluk için geçerlidir. Zira din değiştirme gibi çok önemli kararlarda, insanların bu dinin hakikatini sadece akıllarıyla kavramaları yeterli değildir.

Ayrıca, insanların eski yanlış inanç ve tutumlarını sürdürmelerinde birçok psikolojik ve dış baskı etkilidir. Kur’an, sabır adı verilen psikolojik ve ahlaki irade ile belirtilen baskılara direnerek bu zorluğun üstesinden gelmeyi ve ayrıca bu iradeyi pratik olarak dua ile desteklemeyi ve güçlendirmeyi tavsiye eder. Namaz, Allah ile kulu arasındaki ilişkiyi bir ömür boyunca pratik olarak sürdüren en canlı ve sürekli ibadet şekli olduğundan, ayette bu ibadetin kişinin inancını ve inancı doğrultusunda vereceği kararları güçlendireceği, davranışlarını dinî ve ahlaki hükümler çerçevesinde geliştirmesine yardımcı olacağı belirtilmektedir. Nitekim, “Şüphesiz namaz, çirkinliği ve kötülüğü önler” (Ankebut 29/45) ayetinde namazın bu etkisi açıkça ifade edilmektedir.

Huşu kelimesi, “Allah’a karşı bütün kalbiyle saygı ve bağlılık göstermek, teslim olmak ve itaat etmek” anlamına gelir. Sabrın ve özellikle namazın yukarıda belirtilen olumlu etkilerinden yararlanacak olanlar, ancak huşu içinde Allah’a bağlılık gösteren ve teslim olanlardır.

46. ​​ayete göre, onların Allah’a karşı samimi bağlılık ve saygılarının başlıca sebebi, Rablerine kavuşacaklarına ve sonunda mutlaka O’na döneceklerine dair kesin inançlarıdır. Ancak bu inanç sebebiyledir ki, kişi Rablerine kavuşmayı ve dolayısıyla ahirette kurtuluşu dünyadaki bütün nimetlerden daha önemli görür ve bu uğurda her türlü zorluğa katlanmaya razı olur. Nitekim İslam akaidinde, ahirete inancın, Allah’a ve peygamberlere inançla birlikte, “usul-i salâte” (üç esas) adı verilen en önemli inanç esasları arasında yer alması, bu inancın beyan edilmiş dinî ve ahlâkî fonksiyonundan kaynaklanmaktadır.

Kaynak: Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 117-118

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*